Allah'a Meydan Okuyan Hükümdar: Kral Şeddad ve Ad Kavmi



Video için: https://www.youtube.com/watch?v=CN3dy2yCsOM&ab_channel=HarunYılmaz


1. Kral Şeddad’ın ve Ad Kavminin Yükselişi

Antik zamanlarda, Allah’ın cömertçe bahşettiği nimetler içerisinde yaşayan Ad kavmi, uzun ömürleri, güçleri ve zenginlikleri ile nam salmıştı. Ad kavmi, boy, pos ve bereket bakımından öyle zengin bir medeniyetti ki, o dönemin insanları arasında adeta ölümsüz olduklarına inanılırdı. Bu kavim, inşa ettikleri muhteşem bağlar, süslü havuzlar, görkemli bahçeler ve her tepenin zirvesine dikilen saraylarla, kendileri77ni yüce ve üstün görür, büyüklük taslamanın ve gurur duyulmanın bir sembolü haline gelmişti. Hatta bu medeniyetin ileri gelenlerine “Ad elçisi” dahi derler, zira ünleri her yere yayılmış, her daim övgüyle anılırlardı.

Bu görkemli medeniyetin tam ortasında hüküm süren ve yeryüzünde “Gökyüzünün Rabbi” yerine “Ben yeryüzünün Rabbiyim” diyerek Allah’a meydan okuyan bir hükümdar vardı: Kral Şeddad. Bazı rivayetlere göre, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam zamanında bile, Yahudiler arasında “Yeryüzünde Allah’a ortak koşan kimdir?” sorusunun cevabı olarak Şeddad’ın adı zikredilirdi. O, Hazreti Nuh’un torunlarından biri olarak, inançsızlığı ve büyüklük taslamasıyla adını tarihe altın harflerle yazdırmıştı.

2. Kral Şeddad’ın Kibirli Dünyası

Şeddad, yoldan çıkmış, Allah’ı inkâr eden ve kendisini eşsiz görme hayaliyle hareket eden bir hükümdardı. İnanılmaz iddiaları, “Ben altından ırmaklar akan köşkler yapacağım” diyerek kendisini ölümsüz kılacağına olan inancıyla birleşiyordu. Tüm dünyalık zevkleri, maddi güzellikleri, yakut, elmas ve inci gibi paha biçilemez hazineleri kullanarak inşa ettirdiği yalancı bir cennetin simgesi haline gelmişti. Onun saltanatı döneminde, her köşe başında, her tepedeki sarayda ve her caddede ihtişamın izleri sürülüyordu.

Bu medeniyetin ileri gelenleri, kendilerini sadece bu dünyanın efendileri olarak görmüyor, hatta “Allah’ın cömertliğini” yadsıyarak kendi gücüne ve zenginliğine tapma yoluna gidiyordu. Ad kavmi, neredeyse her konuda fazlasıyla övünür; öyle ki, ölenlerin mezarlarında bile bulunan altın, gümüş gibi değerli madenler için uzun süre iz sürülürdü. Ne var ki, tüm bu ihtişam ve görkemin altında yatan en büyük tehlike, Şeddad’ın asla dindar kalmayan, son derece inatçı ve kibirli yapısıydı.

3. Hud Aleyhisselam’ın Görevlendirilmesi ve Uyarıları

Allah, Ad kavminin bu sapkınlık ve büyüklük taslaması karşısında, halkı doğru yola döndürmek için peygamber Hud Aleyhisselam’ı gönderdi. Hud, “Ey kavmim, ben akılsız değilim; alemlerin Rabbi tarafından gönderildim ve size Rabbimin vahyettiklerini getirdim” diyerek, insanları Allah’ın yoluna davet etti. Fakat Ad kavminin ileri gelenleri, Hud’un sözlerine inanmayı reddettiler. Onlar, “Sen bize açık mucize getirmedin; Tanrılarımızı bırakmamız için hiçbir gerek görmüyoruz,” şeklinde alaycı cevaplar verdiler.

Hud Aleyhisselam, Allah’ın hükümlerini yerine getirirseniz size altın ırmaklar akan köşkler, cennetler, huri eşleri, zümrütler, altınlar ve tahtlar vaat ettiğini söyledi. “Şirki terk edin, Şeddad’a tapmayı bırakın; yalnızca Allah’a yönelin ve bana tabi olun. Benim ücretim yalnızca beni yaratan Allah’a aittir,” diyerek kavmine samimi uyarılarda bulundu. Ancak ne yazık ki, kibirli hükümdar Şeddad, Hud’un bu tebliğine kulak asmamış, hatta kendisine “peygamber” diyen Hud’u alaya alarak meydan okumaya başlamıştı.

4. Hud ve Şeddad Arasındaki Çarpışma

Hud Aleyhisselam ile Şeddad arasında geçen diyalog, adeta iki zıt kutbun çatışması gibiydi. Hud, Allah’tan gelen vahiylerle insanlara hakikati anlatmaya çalışırken, Şeddad ise kendi vaatlerini, altın ırmaklar akan köşkleri, cennet benzeri yapıları anlatarak, “Ben de öyle bir cennet inşa edeceğim” diyordu. Hud, “Ey Şeddad, senin vaat ettiğin bu dünyevi zevkler ne kadar çekici görünse de, bunların sonu fani dünya ve ebedi azapla bitecek,” diye uyarıda bulundu. Fakat Şeddad’ın gözü, sadece kendi inşa ettirdiği ihtişamlı yapılar üzerinde kilitlenmişti.

Kral Şeddad, emirleri altında yüz binlerce adamı, en yetenekli usta ve mimarları topladı. Onlara, “Şimdi gidin ve bana öyle bir yer bulun ki, havası bambaşka olsun; burası, dünyada görülmüş en güzel yerlerden biri olsun,” dedi. Ardından, tüm krallıklardan altın, gümüş, inci, yakut ve diğer değerli hazinelerin toplatılmasını emretti. Mis ve zafran gibi eşsiz kokular, yeni kuracağı yalancı cennetin yapımında kullanılmak üzere, büyük bir titizlikle toplandı. O kadar zengin bir medeniyet içinde yaşayan Ad kavmi, inşa ettikleri bu yapılar sayesinde ölümsüz olacaklarını sanıyorlardı.

5. Yalancı İrem Cenneti’nin İnşası

İşte tam da burada, tarihin akışını değiştirecek bir proje devreye girdi: Yalancı İrem Cenneti. Şeddad, 700 yıl süren uzun ve zahmetli bir inşaat süreci başlattı. Bu projede, her biri özenle seçilmiş ustaların ve mimarların emrinde, altın, gümüş, yakut, inci, zümrüt gibi değerli taşlarla süslenmiş bir medeniyet ortaya çıkarıldı. Şehrin kerpiçleri, gümüşle karıştırılmış; kubbeleri kızıl yakutlarla bezenmişti. Sahil boyunca, kum ve taş yerine incilerle döşenmiş yollar ve caddeler bulunuyordu. Kumsalın toprağına misk, çevresindeki her yere ise zaferan ekilerek, adeta görkemli bir tabloya benzetilmişti.

Şehrin her köşesinde, yeşil zeberceden yapılmış süs ağaçları yer alıyor, ağaçların yaprakları kızıl altın, çiçekler ise parıltılı gümüşten yapılmıştı. Kuşlar için özenle inşa edilmiş yuvaların içerisine misk ve amber kokusu yerleştirilmiş, şehrin birçok noktasına misk ve amberden oluşan tepeler dikilmişti. Hafif esen bir rüzgâr, bu görkemli şehrin içinde eşsiz kokular yayıyor; güneşin ilk ışıkları, altın ve gümüş detayların arasından süzülürken izleyenleri büyülüyordu. Her bölgeden en yakışıklı erkekler ve en güzel kadınlar, bu saraylarda yer alıyor, Şeddad’ın kudretinin ve zenginliğinin sembolü olarak adeta sergileniyordu.

Ancak tüm bu ihtişam, aslında yalnızca dünyevi zevklerin, büyüklük taslamasının ve geçici maddi gücün bir yansımasıydı. Şeddad, “Kimse bu mekanları yıkamaz; Allah’ın cenneti varsa, benim de İrem bağlarım vardır,” diyerek, sonsuzluk inancıyla yanılıyordu. Fakat burada hesaba katılmayan en önemli etken, ölüm gerçeğiydi.

6. İlahi Azabın Gelişi ve Helakın Başlangıcı

Hud Aleyhisselam, yine de uyarılarını yapmaya devam etti. Önceki tebliğlerini kabul eden birkaç müminin yanında, Ad kavmi genelinde inatçı ve kibirli davranışlar artmıştı. Ad kavmi, “Biz azaba uğrayacağız da değiliz, Allah bize kötülük yapamaz,” diyerek, kendi kendilerini sürekli ikna ediyor, zalimce bir inanç içine giriyordu. Ancak doğa, asla insanın büyüklük taslamasını göz ardı etmezdi.

Kısa bir süre sonra, doğa ananın öfkesi kendini göstermeye başladı. Akarsular yavaş yavaş kurumaya, yeşillikler sararmaya başladı. Ad kavminin göz alıcı bağları, sebzeleri, meyveleri kuraklıkla mücadele edemez hale geldi. O zamanlar, o güçlü, yiğit yapılı insanlar bile, artık bir yudum suya, bir dilim ekmeğe muhtaç hale gelmişti. Hud Aleyhisselam, bir kez daha kavmine dönerek, “Eğer şimdi yüz çevirirseniz, benim gönderiliş amacım boşa çıkmış olacak. Rabbim, size başka bir kavmi getirir de, O’nun azabından siz asla kurtulamazsınız. Şüphesiz Rabbim her şeyi koruyandır,” diye uyarıda bulundu.

Fakat ne yazık ki, Ad kavmi inatlarını bırakmadı. Onlar, Şeddad’a tapmaktan vazgeçmedi, hatta “Burayı kimse yıkamaz; dağların eteklerinde inşa edilmiş bu evler, deprem riskine karşı en dayanıklı yapılarımızdır,” diyerek, kendi kendilerini kandırmaya devam ettiler. Her peygamberin son duası olduğu gibi, Hud Aleyhisselam’ın da çaresi kalmayınca, Rabbine son dua etmeye başladı. Dualarında, “Bu kavmi helak eyle, Allah’ım. Benimle bu kavim arasında mesafe koy; ben sana durmadan anlattım, fakat onlar dinlemediler,” diyerek Allah’a sığınma talebinde bulundu.

7. Doğanın İntikamı: Kasırga, Fırtına ve Helak

Allah’ın azabı, inatçı ve kibirli Ad kavmine ve onların başı çeken hükümdarı Şeddad’a acımasızca geldi. Gökyüzünden inen şiddetli kasırgalar, fırtınalar ve yıkıcı rüzgarlar, tam 7-8 gün boyunca Ad kavmini ve Şeddad’ı helak etti. Mikail meleği, her yere ne kadar yağmur yağacağını, ne kadar kuvvetli rüzgarın eseceğini zerre zerre bile biliyordu. Ancak o gün, at kavmine inen kasırga ve rüzgarların şiddeti, meleklerin bile hesap edemeyeceği kadar büyüktü. Toprağa gömülen, boyları 40 metreyi aşan devasa insanların, Allah’ın kudretiyle sağdan sola fırlatıldığı, adeta yerle bir olduğu o gün, tarihe kara bir leke olarak geçti.

Kuran’da “Öyle bir kasırga ki, uğradığı hiçbir şeyi arka planda bırakmaz; her şeyi kül gibi savurur” denir. O, bulutun vadilerine doğru yaklaşırken, “Bu bize yağmur getirecek bir bulut,” şeklinde yorumlanırdı. Fakat asıl olan, o esen yeldi; elemli, acı dolu ve öyle şiddetliydi ki, yedi gece sekiz gün boyunca kesintisiz olarak tüm kavmin üzerine musallat oldu. Eğer orada olsaydınız, o anları, içi boş hurma kütükleri gibi yere serilmiş, yaşamını yitirmiş insanlar arasında izlemek kaçınılmaz olurdu.

8. Şeddad’ın Mezarı ve İbretlik Yazıt

Azabın sona ermesinin ardından, Allah’ın emriyle helak olan Ad kavminin izleri arasında, Cebrail Aleyhisselam’ın vahyiyle İbrahim Aleyhisselam, Allah’ın en büyük düşmanlarından biri olan Şeddad’a ait bir kabir buldu. Bu kabir, üzerinde tam 70 ipekten örtüyle bezeli, unutulmaz bir ibret niteliğindeydi. Kabrin başında bulunan lahitin üzerinde, Şeddad’ın yazdığı şu sözler dikkat çekiyordu:

“Benden ibret alasınız. Ey ömür uzunluğuna mağrur olanlar, ey şevketine ve kuvvetine inananlar, ey mülk çokluğuna ve asker gücüne dayananlar! Bilesiniz ki, ben Adoğlu Şeddad’ım. Kuvvetime ve malıma dayanırdım; dünya mülkü benimdir sanırdım. Cihan padişahları benden korkar, emirime boyun eğerlerdi. Hud Aleyhisselam geldi, bizi azgınlık içinde buldu. Bizi dinine davet etti; fakat biz, kuvvetimize güvendik, onun sözüne itibar etmedik. Ona asi olduk. Sonunda gökten inen hışım, ordumu da, beni de helak etti. Halimi görün, benden ibret alasınız.”

Bu yazı, Şeddad’ın kibirinin ve inkarının sonu nereye varacağını bizlere gözler önüne seren en çarpıcı delillerdendir. Onun, Allah’ın azabını inkâr edip, dünyevi zevkler uğruna sonsuz bir gurur ve kibir içinde yaşaması, nihayetinde onun helak olmasına sebep olmuştur.

9. Kayıp Ubar: İrem Şehrinin İzinde Modern Keşifler

Yüzyıllar sonra, adeta masal gibi anlatılan bu medeniyetin kalıntıları, modern dünyanın en büyük keşiflerinden biri haline geldi. Kuran-ı Kerim’de “İrem şehrinden benzeri yaratılmış bir şehir yoktur” ifadesiyle anılan bu görkemli şehir, zamanla “Ubar şehri” olarak da anılmaya başlandı. 1990’lı yıllarda dünyanın önde gelen gazeteleri, “Kumların Atlantisi: Ubar Şehri Bulundu” manşetleriyle bu eski medeniyetin izlerini kamuoyuna duyurdu.

Belgesel yapımcısı Nicholas Klopp, Bedran Thomas’ın notları ve yerel halkın anlattığı eski patika yolları üzerine yoğun araştırmalara girişti. NASA’dan da destek alarak uydu görüntüleri ile bölgenin detaylı fotoğraflarını çeken Klopp, Mısır doğumlu Yunan coğrafyacı Batlamyus’un çizdiği haritalarla karşılaştırmalar yaparak, Ad kavmine ait olduğu ileri sürülen kalıntıların yerini belirlediğini iddia etti. Sonuç olarak, yapılan kazı çalışmaları sonucunda, 12 metre derinliğe inildiğinde, o görkemli İrem şehrine ait devasa yüksek sütun parçaları ve diğer yapı kalıntıları gün yüzüne çıkarıldı. Uzmanlar, bu keşfin en belirgin özelliğinin şehrin devasa sütunlara sahip olması olduğunu, “Yüksek sütunlar sahibi İrem’e benzeri yaratılmış hiçbir şehir bulunmamaktadır” ifadeleriyle özetlediler.